18 Mart 2009 Çarşamba

Depresyon anlarından fırlayan tozlu hikayecik



O gün yine güneş doğdu, yine gün bütün umursamazlığıyla kendine gelmeye başladı. O da günü umursamadı, gün kendi başına devam etmeye devam etti. Peki o ne mi yaptı? Yine her zaman yaptığını yaptı tabi ki. Gözlerini zorla açtı, bir iki kez esnedikten sonra yataktan doğrulmaya çalıştı ama olmadı. Neden mi olmadı? Bilmiyordu, belki de dün gece çok fazla içmişti, belki de gece içmeye başlayıp sabaha kadar da içmeye devam etmişti, hatırlamıyordu, gözlerini açamıyordu çünkü çok fazla şişmişlerdi. Başını şöyle bir kaldırmayı denedi, başardı da, ama yapabildiğinde tek gördüğü ve hissettiği şey kararmaya yüz tutmuş bir hava ve bu havanın içine doldurduğu umutsuzluktu. Yataktan çıkmak için bir hamle yapmaya çalıştı ve ayaklarını yere koyduğunda duyduğu ses yere devrilen boş bira kutusunun çıkardığı tıngırtı sesi oldu. Kutu yuvarlandı, yuvarlandı ve kapının önündeki, boş sigara paketinin yanında durdu. Daha tam açılmamış gözleriyle kutuyu sonuna kadar takip etti, neden doğrudan paketin yanına gittiğini düşündü. Bir nedeni yoktu muhtemelen, zaten neyin belirli bir nedeni olmuştu ki şu ana kadar? Bir anda sonuna kadar anlamlı olan şeyler bir an geldiğinde anlamlarını yitiriyordu hep. Neyse, zaten çoğu zaman bu tarz şeyleri düşünmeyi sevmemişti çünkü düşündüğünde de daha fazla anlam ifade edeceğini düşünmüyordu çoğu şeyin. Bütün bunlar beynini yerken bir yandan da odasından çıkıp evin içinde boş boş gezinmeye başladı. Evde neden kimse yoktu ve ev niye bu kadar soğuktu? Bilmiyordu, hiçbir şey bilmiyordu, kafası o kadar bulanıktı ki, artık nedenleri, sonuçları incelemeyi bırakmak istiyordu, normal insanlar nasıl devam ediyorsa o şekilde devam etmek istiyordu ama o anda o kadar anlamsız geliyordu ki herşey. Sanki herşey için çok geçmiş gibi bir hisle doldu içi aniden. Çoğu hissini öldürdüğü gibi bu hissi de öldürmeye çalıştı, ne de olsa herkes bazı hislerinin ölmesi için o kadar yardımcı olmuştu ki ona, o kadar basit görülmüştü ki o hisler, o yüzden artık pek de önemsemiyordu aslında. Sona geldiğini hissediyordu, düşmesine pek de fazla bir şey kalmamış gibiydi aslında. Birkaç gündür uyuyamadığını, aslında birkaç gündür pek de bir şey hissetmediğini, yalnızca yalnız kalmaktan korktuğunu hatırlıyordu. Şimdi ise artık hiçbir şeyin anlamı kalmamış gibiydi, soğuk evin içinde dolanırken önemsemiyordu hiçbirşeyi. Evi başından sonuna kadar dolaşıp kimse olmadığından emin olduğunda ise çok korktu, böyle bir korku hissetmemişti galiba, açık pencerelerin birinden gelen soğuk havayı içine çektiğinde, çektiği havanın temiz havadan çok bir lağımdan veya bataklıktan yükselen pis bir kokuyla dolu olduğunu fark etti. O anda odasına dönmek için deli gibi koşmaya başladı, ev zaten çok da büyük değildi, kendini odasında bulması birkaç saniyesini aldı. Odasının koridoru da gören camlı kapısından içeriye baktığında yatağında yatan birilerini gördü, silüetin sırtı dönüktü, yüzü pek iyi seçilemiyordu. Korkuyla ve telaşla yavaşça yaklaştı, ahşap zeminde hiç ses çıkarmadan ilerledi. Yatağa yaklaştıkça aslında istese de yerdeki tahtalardan ses çıkmadığını fark etti, yatağın yanına geldiğinde kendi yüzünü ve yatakla duvarın arasına düşmüş olan hap kutusunu ve yerdeki tek hapı gördü. Bir anlık şoku atlattıktan sonra kendi kendine gülümsemeye ve ardından kahkaha atmaya başladı. Güldü, güldü, güldü, adeta deli gibi, katıla katıla, haykırarak kahkaha atıyordu. Sonunda olmuştu, yapabilmişti; hem de hiç farkında bile olmadan. Camdan dışarı baktı, Boğaz’dan gelen bir gemi sesi ortalığı kapladı, hayattı sonuç olarak, devam ediyordu ama o artık bunu takmayacaktı, takamayacaktı çünkü kendisi hayattan çıkmıştı...

Hiç yorum yok: