5 Aralık 2009 Cumartesi

Dandik

Çok sevgili okur,

Hayat ne kadar saçma değil mi? Yoksa bana mı öyle geliyor, ki eminim de gelmiyordur.

Böyle bir gün çok mutluyken ertesi gün çok mutsuz falan, bayağı bir saçma bence.

Ama sanırım yapacak da pek bir şey yok bunu değiştirmek için.

Değişiklik olsun diye de bu resmi ekledim saçmasal blogun saçmasal sayfasına.


Saygılarımla,


20 Eylül 2009 Pazar

Kick the Bairam

Sevgili okur,

Nerede o eski bayramlar diye birisi sorarsa eğer bu yıl cevabını çok iyi biliyorum. Şurada bak, hemen giderken sağda bekliyor, oradan dön orada görürsün eski bayramı demek istiyorum. Ya da neyse işte, sıkıldım da ben biraz, kick the bairam diyorum o yüzden.


3G olsaydı da görüntülü bayram sohbetleri yapsaydım keşke.




7 Eylül 2009 Pazartesi

Wall-e for 13 seconds

Sevgili okur,

Yüzyıllardan bu yana beklenen an sonunda geldi ve dandik stop motion filmimle karşınızdayım. Eylemlerim devam edecek.

Umarım beğenirsin,



Saygılarımla,


6 Eylül 2009 Pazar

Dandik stop motion

Sevgili okur,

Bugün dandik stop motion wall-e filmi çektim, ama internetim olmadığı için koyamadım bu dandik bloga, en kısa zamanda koyacağım ama dandik zaten bence bunu boşvermelisin...

Talihsizşeylerkişisi...

30 Temmuz 2009 Perşembe

Dreams

oh i, i believe in magic and i believe in dreams
until i heard the thunder rumble
i saw the mountains crumble -then came the circus so i followed it’s parade
with all the fancy lion tamers, high-wire fiery flamersravers of every kind
i saw those high-stepping sexy witches
sons of satin, sons of bitches - all were there in my dreams
all in my dreams
sodom and gomorrah
i see you’re back in town.
and though you build a wall around you
the multitude still found you
just like a circus to start with a parade
oh but a parade of thefancy lion tamers, high-wire fiery flamers
ravers of every kindi saw those high-stepping sexy witches
sons of satin, sons of bitches - all were there in my dreams
all in my dreams
now i can see the whole world is just a circus
and i can tell that the circus why it’s just hell
and then i heard a drummer rolling
i found my seat’s been stolen
then a spotlight hit me going wild in center ring for all you
fancy lion tamers, high-wire fiery flamers
ravers of every kind
i saw those high-stepping sexy witches
sons of satin, sons of bitches - all were there in my dreams
all in my dreamsmy dreams my dreams
well i, i believe in magic and i believe in dreams
i said i, i believe in magic and i, i believe in dreams
i believe in dreamsi said i, i believe in magic, i believe in dreams
i believe in dreams, magic, magical dreams
i wanted to sing that i believe in dreams
magical dreams, oh i believe in dreams
i said i, i believe in magic, i still believe in dreams

25 Temmuz 2009 Cumartesi

The Day I Swapped My Dreams For Nothing



Sevgili okur,

Küçükken ne güzeldi değil mi, hepimizin hayalleri vardı, küçüldükçe hayaller artardı çünkü onları taşıyabilme kuvvetimiz de artardı. Pamuktan oyuncaklar dünyayı kurtarır, saçları çıkan küçük askerlerin saçını çıkardığımızda korkardık. Kafalarının içinin boş olduğunu ve gözlerinin aslında saçlarının bir parçası olduğunu anlayınca yepyeni bir oyun geliştirirdik. Askerlerden biri efendi olurdu, diğerleri de (saçı çıkarılmış olanlar) onun köleleri olurdu. Efendi olan hepsini büyüleyip bütün gün boyu kendi işlerine onları koştururdu.


Bir de tüm hayalleri süsleyen ve de asla elde edilemeyen, ya bir arkadaşın ya da bir akrabanın sahip olduğu fantastik ötesi oyuncaklar vardı. Bunlardan biri de 3 tane farklı renkte (mavi, kırmızı, siyah) penguenin bir yarış pistinden aşağıya hızla kayıp sonra da yürüyen merdivenle yukarıya çıktığı oyundu. O penguenler aslında o yolları gitmezlerdi sadece, tüm kuzey kutbunu, güney kutbunu dolaşır, buzullardan aşağıya atlar suya dalar oradan zıplayarak çıkıp kendilerini karların içine atardı kafanın içinde. İşte o yüzden çok güzeldi o oyuncak, belki de çok istenip de ulaşılamadığı için çok güzeldi.


Sonra ne vardı, evet tuhaf belki ama, bundan 18 yıl önce yağmurlu bir kış akşamı daha yeni taşınılan bir şehirde cebinde doğru düzgün parası olmayan bir baba tarafından deterjanların yanından çıkartılıp alınan yumoş oyuncağı vardı. Tüm kutunun parası daha sonra 4 aylık borç senediyle ödenmişti. Şu anda manasız gelebilecek o oyuncağın kucaklanıp eve kadar götürüldüğü an o oyuncak kadar yumuşak bulutların üzerinde gezindiğim bir andı benim için. Yıllar sonra bunun ardında yatan fedakarlığın farkına varınca bir o kadar da değeri artmıştı. Alt tarafı bir oyuncaktı ama olsundu.


Peki sonra noldu mu? Neden herşey bu kadar ciddiye bindi? Niçin hayal kurmayı bıraktık, niçin artık hiçbir şeyin gerçek olmadığını, olmayacağını düşünüyoruz sevgili okur? Sanırım cevap çok basit, büyüdük... diyemeyeceğim tabi ki, bu oldukça klişe ve saçma olurdu, büyüdük tamam belki ama büyürken de hayallerimizi boğarak bir kenara bıraktık, her doğum günümüzde içinde bulunduğumuz eski halimizi üzerimizden atıp üstümüze yepyeni kıyafetler giydik, onlar da eskiyince yine aynısını yaptık... Bu süreç içerisinde hayallerimiz de inceldi, inceldi, inceldi ve artık yok olma aşamasına geldi. Zaten birçok kişiye göre de hayallerin arkasına sığınıp yaşamak fazla ama bilmiyorum. Benim yine de oyuncak sepetimin en altında sakladığım bir tutam hayal kırıntısı kaldı, hiçbir zaman kimseye vermeyeceğim, göstermeyeceğim ve ölene kadar saklayacağım belki de, kim bilir...



Hayallerinin hepsini kaybetmemen dileğiyle,

Saygılarımla.

14 Temmuz 2009 Salı

Başımıza taş yağacak


Sevgili okur,

Böyle insanlar, kalabalık, kargaşa, gürültü. Hepimizin gün içerisinde çok iyi gördüğü şeyler. Mesela geçenlerde yolda giderken önüme çıkan, "Yüzük Tayfları" olarak da anılan "Nazgul"leri geçtikten sonra aniden karşımda beliren ilkel taşıma aracından kaçarak duvara yanaştıktan sonra birden kendimi Mordor'daki kaosun içinde buldum. Nazguller gidene kadar bir yerlerde saklandım

.
Şimdi tabi sorabilirsin kendi kendine, bu kaos, bu keşmekeş nedir? Neden bunun içine girilir? Niçin insan bu yüzden kendi kendine moralini bozar? Aslında bunun tek ama tek nedeni yine saçmalığın kendisi. Bu saçmalığı daha da saçma yapan etmen ise herşeyi daha da zor kılan, gün içinde sürekli karşımıza çıkan irili ufaklı engeller, zorluklar.

Murphy adlı bir kişi zaten bunları çok, çok önceden saptamış sevgili okur, bu yüzden bana çok da fazla söz düşmüyor bu konuda. Mesela geçenlerde gizli bir postayla elime ulaştırılmış eski bir kağıtta şunlar yazıyordu:

  • İnsanların seni seyretme olasılığı düştüğün komik durum ile doğru orantılıdır.
  • Yanlış numara çevirdiğinde çevrilen numara kesinlikle meşgul değildir.
  • Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar.
  • Duşa girip ıslandığında telefon çalar.
  • Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir.
  • Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır.
  • Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.
  • İşler yolunda gittiği zaman mutlaka bir terslik vardır.
  • Aradığınız şeyi baktığınız en son yerde bulursunuz.
  • Herhangi bir bilgide sayılar çok doğru gözüküyorsa boşuna kontrol etmeyin, yanlıştırlar.
  • Telefon çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmayacak, ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni bölecektir.
  • Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yaktığında gelecektir.
  • Sigara dumanı herzaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.

"Then it comes to be that the soothing light at the end of your tunnel was just a freight train coming your way."

Tünelin sonundaki ışığın trenden gelmemesi dileğiyle.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

And that is all, that love's about


Sevgili okur,

Aşk diye bir şey var, bilmem biliyor musun kendisini, tanıyor musun? Çeşitli konseptler dahilinde gündelik hayatta hepimizin karşısına çıkıyor. Bazen doğrudan içinde oluyoruz, bazen dışarıdan izliyoruz, bazen bir yerde okuyoruz, bazen ise bir şekilde bir yerlerden karşımıza çıkıveriyor.

Ben burada bir filmi izlerken karşıma çıkıveren bir aşktan bahsetmek istiyorum. Resimden de anlaşılacağı gibi filmimizin ismi "Wall-e". Wall-e'yi izlerken gördüğüm ve hissettiğim aşk diğer başka herhangi bir filmdeki aşktan çok ama çok daha farklıydı. Neden diye sorarsan eğer, vereceğim cevap çok basit. Çünkü orada gördüğüm şey aşkın tamamen farklı bir boyutuydu. Bir kişiye aşık olmamız için saatlerce karşılıklı konuşmamız, sözsel anlamda bir şeyleri paylaşmamız gerekmediğini gördüm. Kısacası aşkın en basit ve yalın halini gördüm Wall-e'de. Bu yeryüzüne sığmayan, uzayın derinliklerine taşınan, kişiyi farklı bir boyuta taşıyan, bambaşka bir aşktı gördüğüm ve gerçekten büyülendim.

Sen sen ol, Wall-e'nin yaptığı gibi asla peşini bırakma, sonsuzluğa doğru bile olsa vazgeçme.

Bu da böyle bir yazı oldu ama ne yapalım. Son olarak filmin en beğendiğim yerinde çalan şarkının sözlerini yazarak yazıma bir son vermek istiyorum:

And that is all
That love's about
And we'll recall when time runs out
That it only took a moment
To be loved a whole life long.

Aşklı günler dileğiyle.



Teyze Kültürü ve Getirdikleri


Sevgili okur,

Gerçekten çok dertliyim. Şu insanları gördükçe dertleniyorum, dertlendikçe sinirleniyorum, sinirlendikçe de bana bir şeyler oluyor.

Ben bu insanları gerçekten anlamıyorum, anlayamıyorum artık. Hangi insanlar diye mi soruyorsun? Aslında insanları genel olarak anlamak çok zor ama ben daha çok yaşadığım anlamsız yerdeki manasını tamamen kaybetmiş, hatta o kadar kaybetmiş ki onu camlardan sarkarak sokakta arayan insanımsı yaratıklardan bahsediyorum. Evet, var bunlardan, benim yaşadığım yerde fazlasıyla var hatta. Tam olarak nelerden bahsettiğimi anlamadıysan şöyle bir örnek verebilirim:


Şimdi sevgili okur, insanlar pencereden bakamaz mı, yolda kaldırıma oturamaz mı diye sorabilirsiniz. Tabi ki sarksınlar camdan, tabi ki otursunlar kaldırımların üstünde. Herkes sonuç olarak özgür. Ancak benim dayanamadığım ve anlayamadığım tek bir şey var. Bir yandan bu insanların hayatlarının sıkıcılık seviyesini tahmin edemezken bir yandan da pencerelerinden bakarak gördükleri o küçük dünyalarının ne kadar küçük olduğunu kestiremiyorum. Gerçekten üzülerek söylüyorum ki yapamıyorum bunu. Bir gün acaba daha farklı insanlar görebilecek miyim ben bu güzide yurdumda? Ne dersin, aslında gayet güzel olabilirdi. Boşboş camlardan sarkmak, gün boyu kaldırımlarda oturup sigara içmek yerine bir şeyler yapan, üreten insanlar belki de? Haydi en azından üretmesin hiçbir şey, ondan geçtim belki de en azından ne bileyim, off, dört bir yanımda teyzelerle yaşamak istemiyorum işte.

Bugün bir de şöyle birşey vardı. Megafonla bağıra bağıra birşeyler satarak müziğin sesini daha da açmama yol açan, insan bile diyemeyeceğim şeyler. İstemiyorum böyle şeyler, istememe şansına nail olamaz mıyım, anlamıyorum.


Teyzesiz ve megafonsuz bir hayat dileğiyle.



28 Haziran 2009 Pazar

16 Haziran 2009 Salı

Yavaş yaşa genç öl

Çok sevgili okur,
Ben dün işe gittim, ondan önceki gün de işe gittim, ondan önceki gün de iş gittim, sonra yarın işe gittim, ondan sonraki gün de işe gittim, önümüzdeki yıl da işe gittim, sonra da bundan ... yıl sonra öldüm.
Şimdi neden böyle manasız bir cümle kurdum diye sorma. Aslında manasızdan çok kendi içinde büyük bir talihsizlik barındıran bir cümle bu. Gelecekteki bazı aktivitelerimin ve eylemlerimin çoktaaan belli olduğunu gösteren bir cümle olduğu için talihsiz dedim kendisine. Tabi sen istediğini diyebilirsin, talihsiz olabilir, dandik olabilir, saçma olabilir. Her şey olabilir sonuç olarak.
Ha şimdi sorabilirsin, işe gittin de noldu. Onu da söyleyeyim sana, işe gittim hiçbir şey olmadı. Sen sen ol, işe gitme demek istiyorum ama öyle böyle gidiliyor sanırım.
Bunun neticesinde şuna geliyoruz. Yavaş yaşayıp geç öleceğini düşünüyorsan sevgili okur büyük bir hüzünle kandırıldığını söylemekten kendimi alamıyorum. Aslında bunu hiç söylemek istemezdim ama ne yazık ki bunları yazmak da benim üzücü vazifem.
Dilediğin gibi yaşayıp dilediğin zaman ölmen dileğiyle,


12 Mayıs 2009 Salı

Gotta Keep "Movin"

Sevgili okur,


An itibariyle bu hiç de iç açıcı olmayan ve sıkıcı yazıları yazdığım odamda son günlerimi geçirdiğimi fark ettim. Hayatımız her zaman dilediğimiz gibi gitmiyor ve bir takım müdahalelere maruz kalıyoruz hepimiz. İşte hayatı bir talihsiz serüvenler dizisi haline getiren şey de budur kanımca.

Siz siz olun, tam olarak istemediğiniz şeyleri yapmak zorunda bırakılacağınızı anladığınızda koşarak istasyona giderek ilk trene binip bir yerlere gidin.

Saygılarımla,



29 Nisan 2009 Çarşamba

Talihsiz Şarkılar


Sevgili okur,

Sen sen ol, The Gothic Archies isimli grubun "Tragic Treasury" adlı albümünü edin ve dinle, hatta hemen, bir an önce. Albümü ele geçirdikten sonra da doğrudan "Dreary, Dreary" şarkısını dinle ama yok aynen kitapları okuduğum sırada dinlemek istiyorum dersen 1. şarkıdan başlayıp sırayla dinle, zira her şarkı sırasıyla bir kitap için yapılmış. Gerçekten güzel bence.




22 Nisan 2009 Çarşamba

Meet me in Montauk

-What if you stay this time?

-I walked out the door. There's no memory left.

-Come back and make up a goodbye at least, let's pretend we had one... Goodbye.

-...I love you...

-...Meet me in Montauk...

19 Nisan 2009 Pazar

Sonun Sonu

Sevgili okur,

Bundan yaklaşık 1 hafta 5 gün 19 saat 23 dakika önce Talihsiz Serüvenler Dizisi'ni bitirmiş bulunmaktayım. Şimdi bu yazıda öyle süperdi, şöyle güzeldi, süpersoniklik ötesi delirmiş bir şeydi gibi şeyler yazmayacağım. Sadece şunu bil ki, son sayfasının son kelimesini okuduğumda tekrar bir önceki paragrafa gittim, onu tekrar okudum, sonra onun bir öncesine gittim, yeniden okudum, daha sonra da kaldığım yerden tekrar başlayıp sonuna kadar bir kez daha okudum. Neden mi diye sorarsan eğer, çünkü bitsin istemedim bir türlü, sonunda kaçınılmazlık noktasına geldiğimi anladım ve son kitabı diğer 12'sinin yanına koydum ve gözlerimi kapadım.
Lütfen sen sen ol, bir şeyler içerken her zaman bardak altlığı kullan ve evinde her zaman bir yangın söndürücü bulundur.

Saygılar...


1 Nisan 2009 Çarşamba

Esnaflar Cehenneminden Kaçış

Sevgili okur,
Şimdi bu güzide Üsküdar şehrinde bir sokak var ama onu diğer sokaklardan farklı kılan bir şey var. Sokakta milyonlarca tane esnaf var. Evet, yalnış duymadınız, bir sokakta o kadar esnaf olabilir mi demeyin, gerçekten var, dün saymaya çalıştım ama akşam oldu, hepsi evine gitti o yüzden sayamadım. Eve geldiğimde de kaldığım sayıyı unuttum.

Şimdi, ee tamam var da nolmuş diyebilirsin. Esnaflar kötü insanlar mı? Esnafına göre değişir tabi ama bu sokaktaki esnaflar bir farklı, daha bir coşkulu, daha bir gürültülü, daha bir enteresan. Aralarından geçerken sanki sen yokmuşsun gibi sokağı inleten naralarla birbirlerine sesleniyorlar, hiç de hoş olmayan espriler yapıyorlar (ayıp anlamında değil, hiç hoş değil yani komik değil). Mesela geçen bir kediye laf atıyorlardı, hayvan ne yaptığını, ne yapacağını şaşırdı, öylece teslim etti kendini esnaflar cehennemine.

Mesela burada bir esnaf var, dükkanının önüne içine para atılınca çengeli hareket ettirerek peluş hayvan alabildiğiniz bir makine koymuş ve ne zaman birileri para atsa ve oyuncak almaya çalışsa koşarak makinenin yanında bitiveriyor ve engin yorumlar yapıyor, taktikler veriyor, kah az sağa diyor kah az sola diyor. Gözlerinde bir heyecan beliriveriyor, o kadar sıkılmış kanımca.

Sevgili okur, sen sen ol o sokaktan geçme diyorum, zira birden bire üzerine doğru koşan milyonlarca esnaftan kaçarken bulabilirsin kendini.

Kediden hala haber yok.

Saygılarımla,




Ha bir de esnaf demişken böyle bir şey vardı di mi? Çocukluk travması...

30 Mart 2009 Pazartesi

Hail to Neil!

Sevgili okur,

Bilmem biliyor musun, Neil Gaiman diye bir yazar var. Kendisi süper bir insan kanımca. Neden diye sorarsanız eğer, yirminci yüzyılın son döneminde ve yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında fantastik edebiyat alanında inanılmaz derecede güzel şeyler yapmış bir yazar çünkü.

Kendisiyle ilk olarak bir çizgi romancıdaki raftan bana doğru bakan Sandman serisinin ilk kitabı (Düş Müziği) vasıtasıyla tanıştım. O bitti koşarak gittim serinin ikinci kitabını (Bebek Odası) aldım. Sonra kimmiş bu Neil Gaiman diye araştırırken aslında o zamana kadar niçin keşfetmediğime yandım da tutuştum, ve ardından bir yılbaşı esnasında hediye olarak Signal to Noise ve Midnight Days kitaplarını aldım. Signal to Noise beni derinden etkiledi. Özellikle Dave Mckean'in kolaj çalışmaları ve inanılmaz görsellik becerisinin esiri oldum.

Daha sonra Stardust geldi. Önce filmini izledim, çok eğlendim, yer yer duygusal olmasına rağmen genel olarak eğlenceli ve güzel bir çalışmaydı. Daha sonra kitabını aldım. Evet, onu da Neil Gaiman yazmıştı. Okudum, okudum, okudum ve en sonuna geldiğimde ağladım. Neden diye sormayın çünkü filmdekinden uzak bir son bekliyor sizi. Tam anlamıyla büyüleyici bir aşk hikayesiydi kitap. Tabi ki Charles Vess'in o güzide çizimleri olmasa o etkiyi yaratamayabilirdi. O yüzden sevgili okur, olur da kitabı alacak olursan normal bir baskısını değil, grafik roman baskısını tercih etmeni şiddetle öneririm.

Üniversitedeyken İngiliz Edebiyatı dersinde okuduğum Beowulf destanı beni çok derinden etkilemişti. Tamamen farklı diyarlara gitmiş, farklı şeyler hayal etmiştim düşgücümün sınırları dışında. Sonra bir gün Beowulf'un filminin çekileceğini duydım ve vizyona girer girmez de izledim. Ve baktım ki senaryosunun yazan kişilerden biri Neil Gaiman'dı yine. Zaten senaryoda normal destandan bir takım sapmalar vardı ancak bu sapmalar çok iyi bir şekilde yerine oturtulmuştu. Bunu yapsa yapsa Neil Gaiman yapabilirdi kanımca ve yapmıştı da.

Endless Nights'ı ve Dream Hunters'ı da okumadıysan lütfen oku sevgili okur. Oku ki yeryüzünde insanların ne kadar güzel işler çıkarabildiğini gör.

En son Coraline'ı okudum. "The Day I Swapped My Dad for Two Goldfish"ten sonra okuduğum ikinci çocuk kitabıydı Neil Gaiman tarafından yazılan. Ama inanın büyülendim. O karanlık atmosfer kitaptan taşıp benim etrafımı sardı, öbür boyuta ben de geçtim Coraline ile birlikte. Mayıs'ta da filmini izleme şerefine nail olacağım. The Nigtmare before Christmas'ın yönetmeni Henry Selick'in hayal gücüyle Neil Gaiman'ın yaratıcılığı bir araya gelince neler olacak görmek istiyorum sabırsızlıkla.

İşte böyle, nereden aklıma geldi bu yazı bilmiyorum ama sonuç olarak söyleyebilirim ki Neil Gaiman gerçekten alanında başarılı ve kendini aşmış bir yazar. Henüz okuyamadığım bir sürü kitabı var ve hepsini yavaş yavaş Robinson Crusoe'dan temin edeceğim.

Bu yazıyı buraya kadar okuduysan sonsuz teşekkürler.

Kendine iyi bakman dileklerimle,





27 Mart 2009 Cuma

Film mi? Bayılırım!

Sevgili okur,
Şimdi ben az önce The Fall filmini aradan bir hafta bile geçmeden ikinci kez izledim. Neden, saçma mısın diye sorma hiç, çünkü çok beğendim. Hatta ilk izlediğim günün akşamına bir daha izlemek istemiştim ama saçma olur diye korktum. Az önce izledikten sonra da en sevdiğim ilk on filme girdiğini saptadım. Şimdi bana ne senin ilk on filminden diyebilirsin haliyle, bu mantıklı bir sorgulama da olur ama ben yine de düşündüm, taşındım en sevdiğim ilk on filmi ve neden sevdiğimi yazmak istedim. Bu noktadan sonra bu yazıya benzeyen şeyi okumamakta serbestsin tabi ki. Zorlarsam daha da saçmalamış olurum. DVD rafıma göz atıp hemen geleceğim...

Eveeeeet, şimdi efendim, top 10 listeleri gibi en sondan başlamak istemiyorum, o yüzden şöyle başlamak istiyorum:


1. The Lord of the Rings

Tolkien'in şaheserini yapılabilecek en iyi şekilde görselleştirdiği için.






2. Pan's Labyrinth


İğrenç gerçeklikle Ophelia'nın hayal gücünü yine en gerçekçi bir şekilde harmanladığı için.




3. The Fall

Bir masalın ne kadar güzel anlatılabileceğini gösterdiği için.







4. Big Fish

Her izleyişimde kendimi kaybederek ağladığım için.









5. Once

Gerçek dünyadaki gerçekçi bir aşkın nasıl bu kadar gerçek olabileceğini gösterdiği için.







6. Eternal Sunshine of the Spotless Mind



İzledikten sonra Montauk'a koşarak tren istasyonunda beklemek istediğim için.






7. The Nightmare Before Christmas

Farklı bir hayal gücünü farklı bir teknikle yorumlayarak yaratıcılık sınırlarını aştığı için.








8. 300


Gerçek bir kahramanlığın ve destanın nasıl olabileceğini resimlediği için.








9. Ulak

Bir zamanlar çocuk olduğunu unutan yetişkinlere bir şeyler hatırlatmak için.








10.Stardust

Her seferinde yüzümde bir tebessüm bıraktığı için.

Lütfen oku: Bazı resimler saçmalamakta an itibariyle, yıllardır uğraştım inatlaştılar benimle. Üzülerek yayınlıyorum.

24 Mart 2009 Salı

Jove'un G.tünden Karpuz Düşürmek

Sevgili okur,

Bugün uzun süredir yapamadığım, yapamadığım için de içimi paramparça eden bir şeyi yaptım. İstanbul Boğazı adı verilen, Yunanca Bosphorus kelimesinden gelen deniz parçasından karşıya geçerken beni çok heyecanlandıran bir şey yaptım. Öncelikle bu Bosphorus'un nereden geldiğini açıklayayım yoksa içim rahat etmeyecek. Efendim şimdi bu kelime iki ayrı kelimenin birleşimidir. Bu kelimer "Bous" yani Yunancada "Öküz, İnek" ve "Poros" yani, "Geçit" kelimeleridir. İkisini birleştirince Geçit Öküzü veya Öküz Geç ya da Öküzlü Geçit gibi şeyler ortaya çıkabilir, ancak buradaki en iyi birleşim "Öküz Geçiti" veya "İnek Geçiti" şeklindedir. Evet, şu anda da bu geçitten geçerken etrafımıza baktığımızda bir sürü öküzün olduğunu görebiliyoruz ama asıl hikaye yine birçok şey gibi Antik Yunan'dan geliyor. Süper ötesi tanrımız Zeus yine bir çapkınlık yapıyor ve sevgilisi Io'yla birlikteyken kıskanç eşi Hera tarafından basılıyor. Ardından kaçması için bir inek kılığına sokuyor ve bu kızcağız da o haliyle yüzerek karşıya geçiyor. İşte bu yüzden buraya Boshphorus adı veriliyor.

Şimdi bu ayrıntılı bilgileri bir kenara bırakalım ve benim neden bu kadar sevindiğime gelelim. İşte ben bugün bu öküz geçitinden geçerken kullandığımız vasıtada yasak olmasına rağmen uzun bir süre sonra bir sigara içtim. Hatta o kadar heyecanlandım ki hıçkırık tuttu. Ama içicem dedim, inat ettim ve içtim. İnsanlık için küçük ama benim için büyük bir adımdı.

Sonra yolda evime doğru giderken, İstiklal Caddesi ülkesindeki harikalar diyarı Robinson Crusoe kitapçısından aldığım "Talihsiz Serüvenler Dizisi"nin 8. kitabını (Dehşet Hastanesi) okumaya koyuldum. Zaman çabucak geçiverdi. Vapurda içtiğim sigaranın üstüne de iyi geldi. Böyle küçük küçük şeylere takıldım sonra. Robinson Crusoe kitapçısı benim olsun, çizgi romancısını başkası almayacaksa o da benim olsun. Ha bir de Kadıköy'deki figür cenneti Dreamers'ı istiyorum.
Değerli okur, saçmaladığım için özür dilerim.

Kendine iyi bakman dileğiyle.


19 Mart 2009 Perşembe

Reklam kokan yazılar

Sevgili okur,


http://deepblackdarkness.deviantart.com/ adresine gittiğinde bi takım resimler, çizimler göreceksin. Bunlara istersen bakabilirsin, seni zorlayamam.

Teşekkürler.